Hayat sana limon verirse önce bir “Hayırdır!?” dersin

Melis Bilgin
3 min readAug 8, 2023
Photo by Julia Peretiatko on Unsplash

Dışarıda deli gibi yağmur yağıyor. Kedilerin biri benimle, biri içeride annemle uyuyor. Camdan dışarı bakarken ağaçların hışırtısını duyuyorum, bence yağmurla konuşuyorlar. Ben ise susup sadece yazmak istiyorum.

Bana kanser teşhisi konalı 1.5 ay, ameliyat olalı ise 1 haftadan az oldu. Babamı 2 sene önce kanserden kaybettikten sonra kanser olduğumu öğrenmem en hafif tabirle kamyon gibi çarptı ama hayat işte, savaşlarımızın hepsini seçemiyoruz. İnsanın böyle durumlarda ilk düşündüğü “Ben bunu anneme nasıl söylerim?” mi olmalı emin değilim ama ben ciddi bir süre sadece bunu düşündüm. Sanırım tek tesellim, azıcık lenfe sıçrasa da kolayca atlatılabilen bir tiroid kanseri olduğumu öğrenmemdi. Tatilimin son 2 gününü upuzun eyleyen bu haberle ve uçuştan 3–4 saat önce yaptırdığım biyopsiyle Almanya’ya ilk döndüğümde ilk birkaç gün uyudum. Sorunlarımı sindirebilmek için yumuşak bir yastık ve yorgan benim için yeterli olabiliyor anlayacağınız.

Eh, ama uyanmak da var işte. Uyandım. Hem de ağlaya ağlaya.

Her şeyi adım adım öğrenmeye gayret ettiğim ve dilini maalesef tam öğrenemediğim Almanya’da ameliyat olma kararım ise hem akıllıca hem de aynı derecede deli işiydi. Çoğu hemşire ve doktorun İngilizce bilmediği bir ortamda giriş seviye Almanca’mla hayatta kalabilmek de sanırım en büyük başarı hikayelerimden biri olacak. Çok korktuğum bu tedavi sürecinin ilk adımını ise en az hasarla atlatabildiğim ve ameliyattan bir saat sonra şakır şakır konuşabildiğim için ise canım doktoruma müteşekkirim.

Diğer dünyaya not: Canım anneannem, sanırım duaların kabul oluyor ve hayat beni iyi insanlarla karşılaştırıyor.

Kendi sürecimden detaylıca bahsedeceğim ya da hastalığımı edebiyat uğruna ajite edeceğim bir yazı değil bu. Üstelik, doktorumun dediğine göre şu an kanser hastası da değilim, iki ay olmadan kendisiyle vedalaştım yani. Bu yazı, benim kendimden kaçtıklarımla laaaaps diye çarpışma anımın yazısı, bir kendimle dalga geçiş metni yani. Veda edememe üstüne bir ağıt diyebiliriz okunmayı artıracaksa? Seviyoruz böyle güzel lafları, değil mi?

Ama aslında işin özü şu:

Ne oldu Melis!? Babanın ölüm süreci ve tüm içine attıklarından kaçtın sandın da nasıl hayata tosladın ama!?? O işler o kadar kolay değil işte güzelim, bir akıllı sen misin sandın!?

Kayıpla ilgili ortalamadan daha fazla bilgim, yasla ilgili ise kitaplarda “Ne yapılmamalı?” olarak gösterilecek tutumlarım var. Veda etmeyi, yas tutmayı beceremeyen, düştüğünde “Acımadı kiii” diyen ancak bir yandan dizleri kanayan bir çocuk gibiyim. Argo tabirle biraz malım anlayacağınız, Allah’ın bildiğini sizden saklayacak değilim. Ama 18 yaşında anksiyetemle yüzleşmek için başlayan kendime yaptığım bu zorlu iç yolculuğuna bir emel daha kattı hayat: Vedalarla ve ölümle de barışabilmek. Anlayacağınız, ben güzel yaşamak kadar gidebilmeyi ya da gidene hoşçakal diyebilmeyi de istiyorum.

Lütfen şimdilik bunu psikoloğuma söylemeyin, ben bu durumu daha sindirebilmiş değilim.

Hayatınızda en çok kavga ettiğiniz ve kavganızın fani mevcudiyetle asla bitmeyeceği bir insanı, zamansız ve onunla hiç konuşamadan — konuşacak zaman olsa bile neredeyse dilsiz kesildiğimiz 2 yılın ardından- kaybetmekle bir ben gömmüşüm ben. Derimi soymuş, babamla birlikte toprağa atmışım sanki. O sıralar boyamaktan samana dönmüş enteresan renkli saçlarım, kase gibi duran ve en hafif tabirle “farklı” denecek kahkullerim, aldığım kilolar ve kendimden vazgeçişim aslında durumumu anlatmaya yetiyordu ancak sevgili okur, ben yukarıda da söylediğim gibi biraz malım, maalesef şu anda da bir miktar hasta olduğumdan bu durumu da mazur göreceksiniz. Ben ne olduğumu ve en kötüsü ne olmadığımı anlamadım. İyi olmadığımı anlamadan, ilk fırsata atlayıp, neyse ki sevdiğimi yanıma alabilip ülkeye veda ettim. Ve asla şaşırtıcı olmayan bir şekilde, tabii ki ülkeye de veda edemedim: Bir ayağım Berlin’de diğer ayağım İstanbul’da kalakaldım öyle. Ne gidebildim ne kalabildim anlayacağınız, her deneyimi kendime zehir ettim. Sonra zehri de sanıyorum kanser ettim. (Ajite etmeyeceğim demiştim ama ben bir “drama quenn” olmaya karar verdim, üzgünüm sevgili okur.)

Yaşadığım tecrübe mucizevi şekilde vedaları ya da hayatın değerini öğretmedi tabii ki. Ancak artık sorunumu biliyorum. Şeffaf sandığım ruhumun kırk kat gömülü hikayelerini bir bir açıp okuyorum. Sık sık 90’lar Mustafa Sandal dinleyip ağlıyorum mesela, çünkü çocukluğum ve hikayemle böyle yüzleşebiliyorum. Hayattan beklediklerim ve beklemediklerimle birlikte kim olduğumu çözmeye çalışıyorum. Göreceğim tedavi dolayısıyla bir süre insansız, kendi başıma kalacağım bir süreç olacak, tüm deliliklerimi işte o zamana saklıyorum.

Çok koştum, koşarken önümde durduğunu dahi bilmediğim bir cam kapıya çarptım. Kimse gülmedi benden başka, şimdi toparlamaya çalışıyorum. Umarım bir gün hep birlikte güleriz.

Sevgiler,

Melis

--

--

Melis Bilgin

Full-time project manager, part-time real-life rookie📝 Also, new in Germany!